29 Şubat 2020 Cumartesi

BOP’A 5 KALA 28 ŞUBAT DARBESİ


Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi, aynı zamanda bir askeri darbeler tarihidir. Bunlardan biri de 28 şubat 1997 de yapılan darbedir.

Türk siyaset tarihine “Postmodern Darbe” olarak geçen 28 Şubat’a ilişkin “Rakamlarla 28 Şubat” raporu ve içeriğinden özetle bahsetmek istiyorum.

Raporla, kamuda ve eğitim hayatında yaşanan mağduriyetlerin ortaya çıkarılması amacıyla o dönemde meslekten çıkarılan, istifa etmek zorunda kalan,  disiplin cezası alan, eğitim hakkı elinden alınan, mağduriyet yaşamış kişilerin yaşadıkları dramlar ve mağdur kişilerin sayıları var.
Bu raporu Eğitim-Bir-Sen Genel Merkez Kadınlar Komisyonu  28 Şubat döneminde mağdur olanların sayılarını tespit için hazırlamış. 28 Şubat’ın yaşandığı süreci derli toplu ifade edebilen ve yaşanılanları sayısal gerçekliği ile ortaya koyabilen bir çalışma olmuş.

 “28 Şubat sürecinde, serbest seçimler sonucu oluşturulmuş bir hükümet yıkıldı. Yerine, “28 Şubat Kararları”nın öngördüğü uygulamaları gerçekleştirmeyi kabul etmeye hazır liderlerin yönetimindeki partilerden oluşan bir hükümet kuruldu. İrtica “birinci öncelikli iç tehdit” ilan edildi, kurumları ve değerleriyle toplumu “çağdaş yaşamın gerekleri” doğrultusunda yeniden biçimlendirmek için bir dizi önlem uygulamaya konuldu. Bütün bu uygulamalarda belirleyici olan irade ise, seçilmişlerin oluşturduğu siyasi organlar değil, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilebilir sınırların ötesinde yetkilerle donatılmış olan “MGK Genel Sekreterliği ve Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi” ile silahlı kuvvetler içinde ortaya çıkan “Batı Çalışma Grubu” adlı oluşum gibi bürokratik organlardı. Bu süreçte siyaset, laik-İslamcı karşıtlığı temelinde yeniden biçimlendirilmeye ve “silahsız kuvvetler”in laik cephecilik temelinde örgütlenmesine çalışıldı.

28 Şubat “irtica” yı hedef almıştı ve kendisini böyle meşrulaştırıyordu. Ama bu süreç sadece ilticayla ilişkilendirilen İslami kesimlerle dindar kitleler için değil, toplumun tüm kesimleri için bir demokrasi kaybı, baskı ve insan hakları ihlalleri üretti.

Medya, üniversiteler ve yargı organları “irtica tehlikesi” konusunda brifinglere tabi tutuldu; binlerce insan fişlemelere tabi tutuldu, binlerce kamu personeli soruşturma geçirdi, yüzlerce kişi “irticai örgüt” üyeliğinden yargılandı, cezaevlerine konuldu, yüzlerce kamu personeli memuriyetten atıldı, iş kurmaları ve iş sahibi olmaları engellendi, haksız ve hukuksuz uygulamaların taşındığı yargı mercileri, taraflı ve yönlendirilmiş kararlarla haksızlıkları onayladı. Başlarını açan veya peruk takan kadınların birçoğu da cezalandırılmaktan veya işlerini kaybetmekten kurtulamadı. Bugün için sayısını tespit etmenin mümkün olmadığı çok sayıda erkek de, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atıldı ve cezalandırıldı. Yüksek Askerî Şura kararlarıyla savunma hakkı verilmeden ordudan atılanların sayısı bu dönemde astronomik bir artış gösterdi. Büyük medyanın ihlallere yer vermemesi ve İslami kesimin dışındaki basının yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle bu süreçte yaşanan ihlallerin maddi ve psikolojik tahribatı ve doğurduğu trajik hadiseler genellikle bilinmedi. Aynı süreç, üniversitelerde yaygın bir akademisyen tasfiyesine sahne oldu. 12 Eylül 1980 sonrası yaşanan tasfiyeye benzer biçimde, hatta ondan daha sistematik ve daha programlı biçimde, özellikle araştırma görevlisi, yardımcı doçent ve doktora öğrencisi üniversitelerinden atıldı, yüksek lisans için gidenler yurtdışından geri çağrıldı ve akademik hayatları sona erdirildi. Hukuk normları geriye yürütülerek birçoğunun kazanılmış hakları yok sayıldı. El Ezher gibi bazı üniversitelerin denkliği iptal edildi ve bu iptal hükmü geriye yürütülerek, yıllar önce bu üniversitelerden birinden mezun olup Türkiye’deki bir üniversitede görev yapan öğretim elemanları, bir anda lise mezunu durumuna düşürülerek işlerini kaybetti. Sekiz yıllık eğitime geçiş de aynı biçimde kazanılmış hakların tanınmaması yoluyla gerçekleştirildi ve böylece meslek okulu öğrencilerinin üniversiteye girmelerini fiilen imkânsız kılacak bir alan zorlaması ve puan sistemiyle “ötekilerin çocukları”nın en az üç kuşağı tasfiye edilmiş oldu. Bu uygulama, İmam-Hatiplilerle birlikte tüm meslek okullarının öğrencilerini de içine aldığından dolayı, uygulamadan zarar görenlerin sayısı çok daha fazla oldu.
Sekiz yıllık kesintisiz eğitim sürecinde diğer bir ihlal ise, vatandaşların kendi paralarıyla yaptırıp MEB tarafından eğitime açılması için anahtar teslimi verdikleri İmam-Hatip okullarının binalarına el konmasıydı. 

“28 Şubat’ın hedef aldığı kesimlerin yaşadıkları genellikle bilinmedi. Eşi ile işi arasında tercih yapmaya zorlananlardan bazıları başörtülü eşlerinden, bazıları geçimlerini sağladıkları işlerinden vazgeçmek durumunda kaldılar. “İkna odaları” yükseköğretim literatürüne bu dönemde girdi ve üniversiteli kızlar, inançları ve siyası kimlikleri ile gelecekleri arasında tercih yapmak zorunda bırakıldılar. Bu süreçte, yine sayısı belirsiz kız öğrenciler, kimi zaman son sınıfına veya son sınıfın son dönemine kadar geldikleri üniversitelerini terk etmek zorunda kaldılar. Mağdurelerden okulunu veya işini kaybedip eşleri tarafından geçindirilmeyi bekleyen, eşi tarafından başı açtırılan veya aile düzeni bozulup eşini kaybeden, sağlığı bozulup depresyona giren ve intihara kalkışanlar oldu. Bugün için ihlale uğrayanların sayısı ve ihlallerin niteliği ile ilgili sağlıklı veriler mevcut değildir.”

Bir kaşık suda kopartılan fırtına, darbecilere gönüllü asker olan basın-yayın kuruluşlarıyla yapılan dezenformasyon, 28 şubatın arkasında yapılanın gözden kaçırılmasını, gizlenmesini sağladı. Oysa 28 şubat cumhuriyet tarihinin en büyük hak ihlallerinin yapıldığı , en fazla siyonizme hizmet eden, uygulamaya konulan BOP projesinin bir parçası olan darbedir.

“Sivil Otorite”nin by-pass edilmesinden sonra, en büyük darbeye maruz kalan kesim, sivil kuruluşlar olmuştur. 28 Şubat’tan itibaren başlayan sürece kısa bir göz atacak olursak, (işi siyaset yapmak olan) politikacılar ve siyasi partiler dâhil, dernek ve vakıflara yoğun bir baskı uygulandığı, özellikle insan hakları alanında faaliyet gösteren bazı dernek ve şubelerinin kapatıldığı, baskınlar yapıldığı, bu Dernek ve Vakıfların hesaplarına el konduğu, yöneticilerinin evlerinin arandığı, gözlem altına alındığı, kaybolduğu, tutuklandığı, hatta kurşunlandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.” 
28 Şubat’ta, birtakım (sözde) sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği alınarak, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararlar hükümete dayatılmış, koalisyon ortağı parti milletvekillerinin baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle istifa ettirilmiş, nihayetinde seçilmiş bir hükümet işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlanmıştır.

28 Şubat sürecinde Genelkurmay karargâhında “irtica” brifingine katılan yüksek yargı organları üyesi 400 hâkim-savcı  vardır. Bu yargı mensuplarının adaletli davrandığını kim söyleyebilir.

28 şubat döneminde kamu bankalarından aleyhte propaganda yapan “kartel medya” ya 3 trilyon kredi kullandırılmıştır ki bu kredilerin çoğu batık kredi olarak halka ödetilmiştir.

TSK dan 1345 subay ve astsubay ihraç edilmiştir.

1997-2001 yılları arasında yaklaşık 11.000 öğretmen istifa etmek zorunda kalmıştır.

Yine aynı yıllarda istifa eden öğretmenlere ilave olarak 3527 adet öğretmen doğrudan görevden atılmıştır.

1997-2001 tarihleri arasında kılık-kıyafet / fişlemeler nedeniyle 11.890 öğretmen disiplin cezası almış, 33.271 öğretmen disiplin soruşturmasına uğramıştır.

210 kaymakam veya vali hakkında irtica gerekçesiyle rapor tutulmuş, 71 tanesi kaymakamlıktan ihraç edilmiştir.

İrtica gerekçesi ile 100 lerce üniversite öğretim üyeleri, emniyet mensupları, diyanet personelleri  görevlerinden ihraç edilmiştir.

28 şubat döneminin doğrudan yada dolaylı olarak ülkeye getirdiği yük 381.000.000.000.-$ dır.

Görüldüğü gibi 28 şubat darbesi söylendiği gibi “irticai sebepler” den değil top yekün Türkiye Cumhuriyeti’nin doğru yöne gidişatını ters yüz edip siyonizmin istediği kıvama getirmektir. ABD nin BOP kapsamında 2003 te yapacağı Irak savaşıyla başlayan saldırılarında direnç göstermeyecek bir Türkiye oluşturma çalışmasıdır.Bu sebeple 28 şubatta yapılan bu darbe ile ülkedeki Milli olan her değer yerle bir edilmiş, yerine FETÖ kadroları yerleştirilmiştir. Türkiye’nin kendi kendine yetebilen bir ülke olma çabasına vurulan en büyük darbe denilebilecek 28 şubat hain darbesinin etkileri hala devam etmektedir. Bu darbe yeterince araştırılıp sorumluları açığa çıkartılmamış ve gerekli cezalar verilmemiştir. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonunun raporu, 28 Şubat sürecinde kişilerin maruz kaldıkları hak ihlallerinin tespitinde önemli bir kaynak niteliğinde olsa da o dönem mağduriyet yaşamış yüzlerce insanın ne ismi ne de uğradıkları ihlaller ve hak kayıpları konusunda bütüncül bir çalışma halen gerçekleştirilmiş değildir. Kısacası mağdurlar için hakikat ortaya çıkarılmayı beklemektedir.

Bir daha post-modern olsun olmasın yeni bir darbe veya darbe girişimi yaşanmaması, toplumun ve yargının gözü önünde hak ihlalleri yaşanmaması için gerekli toplumsal, siyasi, idari ve hukuki ortamın oluşturulması ve toplum tarafından sahiplenilmesini sağlayacak reformların yapılması en içten temennilerimizdir.

Allah milletimize bir daha böyle kara günler yaşatmasın.

Vedat SAKARYA

8 Aralık 2015 Salı

Peki bunlar neden geliyorlar ???

Ey iman nimetine kavuşanlar, yahudileri ve hristiyanları, kamu görevlerini icraya yetkili kılmayın. Candan dost, müttefik, veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostu, müttefikidirler, birbirlerinin tarafını tutarlar. Sizden kim onların hâkimiyetini kabul eder, dost edinirse, o onlardandır. Allah, düşmanlarını dost edinen, başlarına otorite yapan zâlim bir kavmi doğru yola sevketme lütfunda bulunmayacak. (Maide 51)






4 Aralık 2015 Cuma

BOP ta gelinen nokta !

Akdeniz kararıyor... Uluslararası dengeler; İslam coğrafyası üzerine üsleriyle... Savaş gemileriyle... Bombardıman uçaklarıyla... Yığınak yapıyor



Papa Francis’in sık sık gündeme getirdiği “3. Dünya Savaşı”, İslam coğrafyası üzerinden ağırlığını her geçen gün daha da hissettiriyor.
Son yıllarda İslam dünyasına yönelik tehditkâr konuşlanmasını arttıran Batı, özellikle Ortadoğu’da sahneye koyduğu kanlı senaryo ile Müslümanlara yönelik topyekûn bir Haçlı savaşına hazırlanıyor. ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkeler askeri ve lojistik olarak bölgede varlığını kuvvetlendirirken, bir zamanlar ‘Türk gölü’ olan Akdeniz’de Haçlı İttifakı’na ait savaş gemileri cirit atıyor.
Libya, Suriye, Irak, Afganistan, Mali gibi İslâm coğrafyalarının tarumar edildiği şu günlerde, Akdeniz’de yaşanan askeri hareketlilik, İslâm dünyası için yeni bir yok etme plânının devreye sokulduğunu gözler önüne seriyor. Uluslararası dengeler yığınağını İslam coğrafyasına yapıyor.


26 Ekim 2015 Pazartesi

MİT Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür: BOP projesi Türkiye'yi bölüyor

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür, Suriye'de değişen dengelerin Türkiye'ye yansıması ve PKK ile çatışmalı süreci Yavuz Oğhan'a değerlendirdi. Ankara saldırısının ardından 'daha büyük felaketler yaşayabiliriz' diyen Eymür'e göre Türkiye 'kontrolsüz' bir süreç yaşıyor.
24.10.2015 / 00:28 TV5
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür, RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'ın hazırlayıp sunduğu ‘Bidebunudinle' programına konuk oldu.
 
Ortadoğu ve Suriye'deki durumu, bu durumun Türkiye'ye yansımasını ABD'nin ‘Büyük Ortadoğu'  ve ‘Yeşil Kuşak' projelerine bağlayan Mehmet Eymür, mevcut durumu kontrolsüzlük olarak nitelendirirken, ‘daha büyük felaketlerin yaşanabileceği' uyarısı yaptı:
 
"Bir kere büyük bir düzensizlik var. Daha önce gelenler için kamplar kuruldu, kontrol sağlandı. Şimdi durum daha değişik, yollarda dilenenler, sağda solda yatanlar. Türkiye'nin her tarafına dağılmışlar. Hiçbir denetim de olmadı, önüne gelen girdi yani. Bunların içine karışmış insanlar da vardır. Daha büyük felaketler de yaşayabiliriz."
 
'İSTİHBARAT ZAFİYETİ VAR'
 
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) yaratıcılarından biri olarak bilinen CIA Türkiye eski istasyon şefi Graham Fuller'e de atıfta bulunan Eymür'e göre, süreç Türkiye'deki kamplaşmanın da temelini oluşturuyor.
"Bu Suriye işine neden girdik?" diye soran Eymür, güvenlik birimlerinin işlerinin kolay olmadığı görüşünde: "Tabii ki istihbarat çok önemli. Bu zamanlarda istihbarat teşkilatının gücü de ne kadar bilmiyorum. Orada da bir sürü zafiyetler oldu geçmiş günlerde, yapılanmalar oldu, insanlar çıkarıldı, paralelle mücadele çerçevesinde. Bir ara radikal bir değişim oldu tıpkı poliste olduğu gibi…"
 
'ÇOK AÇIK VERDİK'
 
Mehmet Eymür, Türkiye'nin Suriye'yi küçük ve basit bir ülke olarak yorumlamakta yanlış yaptığını da söyledi. Kürt meselesinin de bu olaydan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eden Eymür şöyle  konuştu:
 
"Zaten vereceğimiz kadar çok açık verdik, bundan sonrasını toparlayabilirsek… Biraz da zor görünüyor bu hale geldikten sonra. Bu hale gelmeseydi o kadar bulaşan olmazdı."
 
'PKK KONUSUNDA YANLIŞ YAPTIK, YAPMAYA DEVAM EDiYORUZ'
 
Deneyimli istihbaratçının ‘açık verdik' dediği başlıklardan biri de PKK. Kontrterör Dairesi Eski Başkanı'na göre, devlet eskiden yaptığı yanlışları yapmaya devam ediyor. Eymür'ün tespitleri şöyle:
 
"PKK var olduğu sürece siz de vatandaşlarınıza sahip olamazsanız sorun da devam eder. Devletin de yaptığı yanlışlıklar var, köy yakma, pislik yedirme, falakaya yatırma… İtmek değil içimize almak yöntemini kullanmalıyız. İtmenin bir faydası olmadı bugüne kadar. Maalesef aynı yanlışlar bugün de yapılıyor."
 
'BEYAZ TOROS DÖNEMİ DÜZELMEDİ Kİ'
 
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun bir söylemiyle gündeme gelen ‘Beyaz Toros' tartışmasına ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Eymür, Davutoğlu'nun sözlerine eleştiriler getirirken, ‘o günler geçmedi ki' ifadesini kullandı:
 
"(Davutoğlu'nun açıklaması) Faili meçhulleri akla getirdi elbette. Bazılarının mahkemesi hâlâ devam ediyor. Çözülemeyen bir dava halinde. Biz gidersek bunlar yine ortaya çıkar dedi Başbakan, ama zaten hiçbir şey düzelmedi ki Türkiye'de. "

23 Kasım 2014 Pazar

ERBAKAN'DAN ERDOĞAN'A KARŞI YUMRUK!

Son günlerde sosyal medyada Tayyip Erdoğan ı Fatihanın tefsirini yaparken, yok kuran okurken, yok AB ye atıp tutarken, yok NATO ya meydan okurken ki video ve paylaşımlar yapılıyor ve demek istiyorlar ki Erdoğan bunlara karşı mücadele eden dindar ve hatta o kadar dindar ki Fatihanın tefsirini bile yapıyor. Böyle birinin karşısında olmak müslümana yakışmaz aleyhinde konuşulmaz gibi bir ortam oluşturulmaya çalışılıyor. Ve hatta Erdoğan Erbakanın izinden gidyor, onun yapmak istediklerini Erdoğan şimdi yapıyor falan. İşte tüm bu SAPTIRMA çalışmalarına karşı aşağıdaki birinci elden anlatılan anektodu paylaşmakta yarar görüyorum. Erdoğan Erbakanın yapmak istediği her ne varsa onu yıkmak için oluşturulmuş bir projenin (BOP) eş başkanıdır.
----
2004 yılındayız. Saadet Partisi Genel İdare Kurulu toplantısı. Genel Başkanımız Recai Kutan, ama toplantıyı yasaklı olan Erbakan Hocam yönetiyor. Gündemdeki konular müzakere ediliyor. Sıra geldi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cidde Ekonomik forumunda yaptığı konuşmaya. Bütün İslam ülkelerinden gelen kral, cumhurbaşkanı, başbakan veya benzeri seviyedeki yöneticiler toplanmıştı.
Neler söylemişti. Çok şey. Ama konuşma bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın konuşmasından ziyade, adeta Amerika ve Avrupa’nın ısmarladığı bir konuşma gibiydi. Bu konuşmanın ana fikri de her sahada olduğu gibi küresel ve evrensel kaidelere uyulması gerekliliği üzerine kurgulanmıştı. Din eksenli birlikteliklerin artık küresel dünyada geçerli olamayacağı, paranın dininin ve milliyetinin olamayacağı vurgulanıyor ve en önemli cümle ifade ediliyordu:
-Bu günkü küresel dünya şartlarında İslam Ortak Pazarı gibi düşünceler asla geçerli, gerçekçi ve mümkün değildir!
İşte Erbakan Hocamın başkanlığında yapılan müzakerelerde söz bu cümlenin tahlililine gelmişti. O konuşmaya başlamıştı:
Bu Erbakan Hocamız ve Milli Görüş’ün bir ömür harcayarak yeşerttiği İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Kültür Birliği, İslam Ortak Para birimi ve İslam Ortak Savunma birliği fikirlerine bir dinamit koymak demekti. Bu İslam Birliği’nin çekirdek kurluşu olan ve 1997’de Erbakan Hocamızın Başbakanlığı döneminde binbir emekle kurulmuş bulunan D-8’in fonksiyonunun bitirilmesi demekti. Bu Milli Görüş’ün 35 yıldır altyapısını hazırladığı Yeni Bir Dünya düzeninin alt üst edilmesi demekti. Haçlı ve Siyonistlerin ekmeğine yağ sürmek demekti. Bu çoluk çocuğun bile yapacağı bir sorumsuzluk olamazdı. Bu verilen bütün emeklerin sıfıra indirilmesi demekti.
Hocam konuştukça kızarıyor, bozarıyordu. İçinde fırtınaların estiği anlaşılıyordu. Onu böyle sinirli görmeye alışık olmayan bizler üzülelim mi, ağlayalım mı, hayret mi edelim, kararsızlığında iken sinirlilik hali birden zirveye çıktı, kontrolü kaybetti ve yumruğunu sıkarak havaya kaldırdığı sırada:
-Suratına yumruğu bir vuracaksın!!!!

Sözü ağzından dökülüverdi. Yumruk havada olduğu halde durakladı. Biz hayretten donakalmıştık. Onu hu halde görenimiz yoktu. Biz hep güler yüzlü, nazik, şefkatli, babacan bir lider tanıyorduk.
Bekledi, kıpkırmızı olan yüzü yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Nezaket ve davranışının kontrolünü tekrar sağlamış gibiydi. Bu sefer yumruğunu gevşetip elini masaya indirirken bizim şaşkınlığımıza bakarak gülmeye başladı.
Biz de sesli sesli güldük. Ama bu gülme normal bir gülme değil, sinir boşalması bir gülme şekli idi. Müzakereler kaldığı yerden devam etti.
(((Erbakan Hocamızın maneviyatı konulu kitabımızda yer alacak bir hatıramız))) EKREM ŞAMA
İlgili Linkler :